5053873217 [email protected]

ÇOCUKLARDA D VİTAMİNİNİ ABARTMAMAK LAZIM

Kış mevsiminde anne babaların sıkça yaptıkları hata:
ÇOCUKLARA UYGULANAN YÜKSEK DOZ D VİTAMİNİ BÖBREK TAŞI NEDENİ OLABİLİYOR!
Anne babalar soğuk kış mevsiminde hastalanır kaygısıyla çocuklarını sokağa çıkarmaktan genellikle kaçınıyor. Ana kaynağı güneş ışığı olan D vitamini eksikliğini önlemek için de özellikle bu mevsimde çözümü gelişigüzel vitamin takviyesi uygulamakta buluyor. Ancak çocuklara D vitamini takviye ederken çok dikkatli olmak gerekiyor, çünkü fazla doz D vitamini başta böbrek taşı oluşumu olmak üzere birçok sağlık sorununa yol açabiliyor!

D vitamini vücutta kalsiyum dengesinin düzenlemek, kemik mineral yapısının oluşmasını sağlamak, büyüme-gelişmeye katkıda bulunmak ve bağışıklık sistemini güçlendirmek gibi son derece önemli bir işleve sahip. Bu önemli işlevlerinden dolayı D vitamini gereksinimi, hızlı büyüme dönemlerinde artıyor. Çünkü eksikliğinde çocuklarda büyüme ve gelişme etkilenebiliyor, ciddi bir metabolik kemik hastalığı olan raşitizm ortaya çıkabiliyor. Acıbadem Kadıköy Hastanesi Çocuk ve Ergen Endokrinolojisi Uzmanı Prof. Dr. Serap Semiz, çocuklara aşırı D vitamini takviyesi yapılmasının zararlı sonuçlar oluşturabileceğine dikkat çekerek, “Aileler, özellikle kış mevsiminde çocukları yeterince güneş ışığı alamadıkları için D vitamini takviyesine ihtiyaç duyuyor. Ancak D vitamini yağda eriyen ve depolanan bir vitamin olduğu için günlük gereksinimin üzerinde alındığında vücuttan kısa zamanda atılamıyor. Bunun sonucunda da başta böbrek taşı oluşumu olmak üzere ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor.” uyarısında bulunuyor.
Gelişigüzel D vitamini takviyesi yapılmamalı
Çocuk ve Ergen Endokrinolojisi Uzmanı Prof. Dr Serap Semiz, birçok multivitamin preparatında idame dozda D vitamini bulunduğuna, ancak buna rağmen ailelerin hem multivitamin, hem de sadece D vitamini içeren preparatları birlikte kullanabildiğine dikkat çekerek şunları söylüyor: “Kimi zaman da aileler önerilen dozu yanlış uygulayabiliyor. Ayrıca diş çıkarma ve yürümede gecikme nedeniyle reçetesiz ya da reçeteli depo D vitaminleri gelişigüzel kullanılabiliyor, iştahsız veya büyüme geriliği olan çocuklara destek olsun diye aynı anda birçok vitamin preparatları verilebiliyor. Bunların yanı sıra gıda maddelerine ilave edilen D vitamini uygun miktarların üzerinde olabiliyor. İşte tüm bu etkenler nedeniyle çocukların vücudunda gereğinden fazla D vitamini depolanabiliyor. D vitamini yağda eriyen ve depolanan bir vitamin olduğu için, günlük gereksinimin üzerinde alındığında vücutta birikiyor. Bunun sonucunda da ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Bu yüzden D vitamini takviyesi hekim önerisi olmadan yapılmamalı.”
Böbrekler başta olmak üzere birçok sistem etkileniyor
Çocuk ve Ergen Endokrinolojisi Uzmanı Prof. Dr. Serap Semiz, D vitamini çok yüksek dozda alındığında D vitamini zehirlenmesi gibi önemli bir tablo gelişebildiğini belirterek sözlerine şöyle devam ediyor: “Bunun sonucunda; iştahsızlık, bulantı, kusma, kabızlık, idrar miktarında artış ve vücutta sıvı kaybı oluşabiliyor. Kaslarda güçsüzlük, hipertansiyon ve aritmi, kalsiyumun yumuşak dokularda birikmesine bağlı ciltte kaşıntı gibi sorunlara yol açabiliyor. Bunların yanı sıra idrarla kalsiyum atılımı arttığı için böbrekte kalsiyum birikiyor ve bunun sonucunda böbreklerde taş oluşabiliyor, hatta bu sorun böbrek yetmezliğine bile neden olabiliyor.”
Çocuklar güneş ışınlarından mutlaka faydalanmalı
D vitamini başlıca UV ışınları aracılığıyla deride, ayrıca besinler yoluyla provitamin olarak alınarak karaciğerde sentezleniyor. Ülkemiz güneş açısından oldukça şanslı bir çoğrafyada olmasına rağmen D vitamini eksikliği yüzde 3,8-19 gibi yüksek bir oranda görülüyor. D vitamini eksikliğinin pek çok nedeni var: Güneş ışınlarından yeteri kadar yararlanamamak, D vitamininden zengin besinleri yetersiz tüketmek, annenin hamilelikte ve emzirme döneminde artan D vitamini gereksinimi karşılayamaması, yine annenin güneş ışınlarını yeteri kadar alamaması. Ayrıca alınan D vitaminin bağırsaklardan emilememesi, karaciğer hastalıklarında endojen D vitamini sentezlenememesi ve başta epilepsi ilaçları olmak üzere bazı ilaçların kullanılması da D vitamini eksikliğine yol açıyor.
Bu öneriler D vitamini eksikliğini önlüyor!
Acıbadem Kadıköy Hastanesi Çocuk ve Ergen Endokrinolojisi Uzmanı Prof. Dr. Serap Semiz, çocuklarda D vitamini eksikliğini önlemek için almanız gereken önlemleri şöyle sıralıyor:
• Çocuğunuzun süt, karaciğer, yağlı balık ve yumurta gibi D vitamininden zengin gıdalar, süt ve süt ürünleri, pekmez, susam, fındık, fıstık, yeşil yapraklı sebzeler ve kuru baklagiller gibi kalsiyumdan zengin gıdalar ile beslenmesini sağlayın.
• Hamileyseniz veya emziriyorsanız günlük 500-1000 IU D vitamini alın.
• Çocuğunuza 1 yaşına gelinceye dek günde 400 IU D vitaminini düzenli olarak verin.
• Güneş ışınları çıplak deriye direkt temas edecek şekilde, çocuğunuzun günde en az 15-20 dakika güneş banyosu yapmasını sağlayın.
• Güneş ışınlarından faydalanabilmesi için çocuğunuzu çok sıkı giydirmeyin.
• Kışın güneşini her zaman görmek mümkün olmadığı ve güneş ışınları yeryüzüne eğik geldiği için kış aylarında doktorunuzun önerdiği idame dozda D vitaminini uygulayın.
Çocuğunuzda D vitamini eksikliği var mı?
• Kafa kemiklerinin pinpon topu gibi çökmesi,
• Alın çıkıklığı, kafa şeklinde değişiklikler,
• Bıngıldak kapanmasında gecikme,
• Kaburgalarda ve göğüs kafesinde şekil bozuklukları,
• Uzun kemik uçlarında kadeh şeklinde genişlemeler,
• Yürümede gecikme,
• Yürümeye başlayan çocukta bacaklarda X ve O şeklinde eğrilmeler,
• Başta terleme ve saç dökülmesi,
• Enfeksiyonlara yatkınlık D vitamini eksikliğine işaret ediyor.

TÜRKİYE’DE 600 BEBEKTEN BİRİ HAYATA YENİK BAŞLIYOR

Türkiye’de her 600 bebekten 1’i hayata yenik başlıyor

Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa, Türkiye’de her 600 bebekten birinde doğum öncesi, doğum sırasında veya doğum sonrası beyinde meydana gelen yaralanma sonucu Serebral Palsy (CP) olarak ifade edilen fonksiyon bozukluğu ortaya çıktığını söyledi.

ABD’de toplam nüfusun 1000’de 2’sinin Serebral Palsy olduğunu belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, akraba evlilikleri, hamilelik döneminde geçirilen hastalıklar, doğum şartlarının olumsuzluğu, ilk çocukluk yıllarında bebeklerde bulaşıcı ve ateşli hastalıkların fazlalığı, beslenme yetersizliği gibi nedenlerin Türkiye’deki vaka sayısını artırdığını bildirdi.

Dr. Şenbursa, hayatın ilk anlarında oluşan ancak bireyin tüm yaşamını etkileyen beyin hasarları ve tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

YÜZDE 60’I DOĞUM SIRASINDA OLUŞUYOR

“Serebral Palsy’nin doğum öncesi nedenleri %30’luk bir kısım içerir. Anne-baba arasındaki akrabalık veya kan uyuşmazlığı, hamilelik sırasında geçirilen enfeksiyon hastalıklar, kullanılan ilaçlar, geçirilen kazalar bu nedenlerden bazılarıdır. Prematüre doğum ve düşük doğum ağırlığı, sezeryan, morarma, doğum sırasında hatalı forceps (doktorların kullandığı bir materyal) kullanımı, oksijensiz kalma, doğum sırasındaki nedenlerdir ve %60’lık bir kısmı içerir. Travmalar, yüksek ateşli hastalıklar, zehirlenmeler, tümörler, sarılık gibi nedenler doğum sonrası %10’luk kısmı oluşturur.”

BEŞ SINIFA AYRILIR

“Serebral palsy beş şekilde sınıflandırılır. Spastik çocuk CP teşhisi altında etkilenen vücut kısmına göre tanımlanır.

Monoplejik; Sadece tek bacağı/kolu etkilenen,

Diplejik; Bacaklarda baskın tutulma olan,

Kuadriplejik; 2 kol ve bacak etkileyen,

Hemiplejik; Vücudun bir yarısı tutan çeşididir.

Distonik tip kas tonusu bozukluğu ile karakterizedir. En çok atetoid tip görülür, istemsiz ve yılanvari hareketler mevcuttur.”

Ailelerin ortalama 1-1,5 sene içinde çocuklarındaki problemi tespit edemediklerini veya çocuklarına problemi kondurmak istemedikleri için vakit kaybettiklerine dikkati çeken Dr. Şenbursa, psikolojik açıdan yıkılan ebeveynlere şu önerilerde bulundu:

“1 aylık bebekte sürekli ağlama, emme bozukluğu, ısrarlı ve sürekli kusma, çevresinden gelen uyarılara cevap vermeme, havale; 2 aylık bebekte, 1 aylık bebekteki belirtiler, bulunması gereken reflekslerin kaybı, kas kasılma bozuklukları; 3 aylık bebekte gözde istemsiz ritmik hareketler, bel kaslarında oluşan spazm sonucu vücudun yay gibi gerilmesi, bebeğin gülmemesi, annenin yüzüne bakmaması; 4 aylık bebekte baş kontrolünün olmaması, şaşılık, bazı reflekslerin devam etmemesi; 8 aylık bebekte dönme ve oturma aktivitelerinin olmaması, el göz koordinasyonunun yokluğu, tekme atarken iki bacağında geriye gitmesi, uzun oturmada bacakların makaslama hareketi yapması; 10 aylık bebekte emeklemenin olmaması ya da her iki bacağın birden çekilerek, sıçrar tarzda emekleme, ayağa kalkmada zorluk, ismi ile çağırılınca tepki vermemesi, ağızdan salya akması, verilen yiyeceği ağzına almaması ya da ağzına götürememesi; 1 yaşındaki bebekte tutunarak yürüyememe, parmak ucunda yürüme, makaslama şeklinde yürüme gibi belirtiler görülür.”

TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Ailelerin çocuklarını dikkatli gözlemesini ve bu tarz durumlarda bir uzmana başvurmasının erken teşhis olanağı sağladığını vurgulayan Dr. Şenbursa, tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

İlaç tedavisi: Hastalığı ilaçla tedavi etmek olanaksızdır. Sadece spastisiteyi bir miktar azaltmak, nöbetleri kontrol altına almak veya salya problemi için kullanılabilir.

Cerrahi Tedavi: Cerrahi sinirlere, kaslara, kemiklere yönelik olabilir. En sık yapılan cerrahiler kas tendon gevşetme, uzatma, transfer, kısaltma veya kemik artrodez ve osteotomidir.

Fizik tedavi ve rehabilitasyon: Cp’li çocuğun klinik tablosu, Cp’nin nedenine, lezyonun şiddetine, şekline ve eşlik eden semptomlara bağlı olarak çocuktan çocuğa değişir. Bu nedenle her çocuğun tedavi ve rehabilitasyon programı farklılık gösterir. Fizik tedavinin amaçları kolların normal veya normale yakın kullanımını sağlamak, bacakların fonksiyonel kullanımı ve yürümeyi arttırmak, çocuğa normal veya normale yakın görünüm kazandırmak, anlaşılabilir konuşma öğretmek, Cp’li çocuğun eğitimi konusunda aileye yol göstermektir.

Ev egzersiz programında dikkat edilmesi gereken konular; egzersizler aile tarafından öğrenilmeli ve evde her gün tekrar edilmelidir. Egzersizler çok uzun ve sıkıcı olmamalıdır, oyun aktiviteleri ile birleştirilerek yaptırılmalıdır. Oturma, emekleme, dizüstü durma, ayakta durma gibi gelişim aşamaları terapistin uygun gördüğü zamanlarda başlatılmalıdır.

İş uğraşı terapisi: Çocuklara motor fonksiyonlarını kullanma becerisi sağlar. Genel amacı çocuklara günlük yaşam aktivitelerinde bağımsızlık kazandırmaktır. El fonksiyon ve kavramalarını geliştirme, tuvalet eğitimi, giyinme ve soyunma, beslenme yönündeki becerileri üzerinde çalışılır.

Klasik tedavilerin yanı sıra uygulanan birçok tamamlayıcı ve alternatif teknik bulunmaktadır. Bu teknikler ile alakalı en önemli sorun alanında uzman olmayan kişiler tarafından yapılan uygulamaların çocuğa verdiği zararlardır. İleri seviyede verilen vaatler gerçekleşmemekle beraber aileyi maddi ve manevi açıdan zora sokmaktadır. Bunun için ailelerin uygulayan kişinin eğitim ve ünvanını sorgulamaları ucuz tedavi yöntemlerine tamah etmemeleri gerekmektedir.

Refleks terapi: Refleks Terapi, ayaklara ve yüze uygulanan özel ovma ve basınç hareketleriyle vücudun belli bölgelerinde bloke olmuş enerjiyi çözerek, bedenin kendi kendisini iyileştirme gücünü harekete geçirmesi olarak tanımlanabilir. Refleks Terapi ‘denge’ sağlayan bir terapidir. Refleks Terapisi kişinin kendisini, fiziksel, duygusal ve ruhsal bakımdan iyi hissetmesini sağlar ve kişiye doğal dengesini kazandırır. Refleks Terapi, bedenin tüm bölgelerine, beyine, merkezi sinir sistemine, organlarına ve sistemlerine karşılık gelen refleks noktaları, akapunktur noktaları ve sinir noktalarının ayaklarda ve yüzde olduğu ve bu noktaların beden anatomisinin aynası olduğu prensibine dayanan bir sanattır. Refleks Terapi, özel el ve parmak teknikleriyle bu refleks noktalarına basınç ve ovma yoluyla uygulanır. Derin rahatlama sağlar, kan akışını arttırır ve dengeler, uykusuzluğu azaltır ve derin uyku sağlar, Spastisiteyi (kas kasılması) azaltır, eklem hareketliliğini arttırır, Vücuttan toksinleri temizler, Hormonları dengeler, Sindirim sistem ve bağırsak problemlerini azaltır. Refleks Terapi, refleksoloji tedavisi ile karıştırılmamalıdır. Refleksolojide herkese aynı uygulanan tedavi, refleks terapide çocuğun etkilenen beyin bölgesine, organa ve semptomlara göre tamamen kişisel olarak planlanır. Sonuçlar 1 ay ila 3 ay arasında gözlemlenmeye başlanır. Haftada 1-3 seans arasında değişen sıklıklarla yapılır. Sonuçlar ve tedavinin sonlanması hastada oluşan değişikliklerle paralel olarak değerlendirilir.

 

 

ÇALIŞAN ANNELER MÜKEMMELLİĞİ DEĞİL MUTLULUĞU HEDEFLEYİN

Çalışan Anneler, Mükemmelliği Değil Mutluluğu Hedefleyin!

Son yıllarda iş hayatında daha sık yer alan kadınların yaşadığı rol çatışmaları da günlük hayatı biraz daha meşakkatli hale getiriyor. Eş, ev hanımı ve anne rollerini de iş hayatıyla birlikte sürdüren kadınlar hayatlarında zaman zaman aksaklıklar ve sorunlar yaşayabiliyorlar. Roller arasında sıkışıp kalan kadınlar, hangi role öncelik vereceği konusunda ise çoğu zaman bir karmaşa yaşıyor. Bu süreçte ise kadını duygusal anlamda en fazla annelik rolü yıpratıyor. Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, roller arasında çatışma yaşayan annelere önemli önerilerde bulundu.

Çalışan kadın rolünün yanında iyi bir de anne olabilme gayretinde olan kadınlar, çocuklarının yanında olamadıkları için çoğu zaman suçluluk duygusu yaşasa da sahip oldukları rollerin sorumluluklarını yerine getirebilmek adına yoğun çaba harcarlar. Bu tempo birçok kadının şikâyetçi olduğu durumdur aslında. Her biri pek çok rol arasında sıkışıp kalmaktan dert yakınır. Yoğun tempo arasında çocuklarını ihmal ettiklerini düşünen anneler çocuklarının her istediğini yaparken bazen de geri kalan tüm vakitlerini onlara ayırdıklarını görebiliriz. Hele eş sorunları ve annenin işiyle ilgili sorunları da var ise sorun daha da işin içinden çıkılmaz hale gelebiliyor.

Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, doğumun ardından izin süresi biten annenin bir takım kaygılar yaşadığını, bazı sorulara ise cevaplar aradığını vurguluyor. Sayım bu konuların başında ise “Çocuğumdan nasıl ayrılırım, o bensiz ne yapar, başkası ona benim gibi bakabilir mi, ben yanında olmayacağım için çocuğum çok etkilenir mi?” gibi endişeler geldiğini belirtiyor.

Kadının bu endişeyle işe başladığının altını çizen Sayım, asıl önemli olanın annenin olaylara yaklaşımı ve çocukla kurduğu ilişki şeklinde olduğunu kaydediyor. Sayım’a göre eğer anne çocuğuna karşı çok korumacı, kaygılı bir anne ise çocuk da bu kaygıyı alıyor. Eğer anne sakin kalabiliyor ve işe dönme sürelerini kademeli olarak artırabiliyorsa ideali bu oluyor.

Çocuğun ancak bu durumda kendini güvende hissedebileceğinin altını çizen Sayım, ayrılma kaygısı olan çocuklarda anneden ayrılamama, anne giderken ağlama, sonrasında agresivite, uyum güçlükleri gibi birtakım sorunların görülebileceğini ifade ediyor. Sayım bu sorunların tamamen anne-çocuk ilişkisinden kaynaklandığını da söylüyor.

Çocuğun anneye güvenli bağlanmasının önemine dikkat çeken Uzm. Psk. Aynur Sayım ilk 3 yaşın önemini vurguluyor.

Birliktelikte nicelik değil nitelik önemli

“İlk 3 yaş anneye güvenli bağlanma açısından kritik dönemdir. Sağlıklı anne-çocuk ilişkisi sürekli birlikte olmak demek değil, birlikte oldukları zaman dilimlerindeki sağlıklı ilişki demektir. Ve çocuğu değişimlere yavaş yavaş adapte etmektir. Yani anne, çocuğu 6 aylıkken işe dönecekse bakım verecek kişiye bir bağlanma oluşması için daha erken dönemde aynı ortamda bulunmalıdır. Ve kendi stres yönetimini başarabiliyor olması gereklidir. Bu dönemde annede depresyon gelişebilmektedir. Bu konuda bir uzman yardımı almak anneyi rahatlatacaktır.”

Çalışma zamanı gelmeden annenin çocuğundan kısa sürelerde ayrılmalarda bulunması gerektiğinin altını çizen Sayım, bu ayrılmaların anneanne, babaanneye bırakmalar şeklinde olabileceğini kaydediyor.

Çocuk çok küçükse bu şekilde alıştırılmanın doğru olacağını vurgulayan Sayım, büyük çocuklarda ise sözlü sözlerle durumu anlatmanın yeterli olacağını belirtiyor. Bu noktaya kadar sürecin sağlıklı işlemesiyle sorunların yaşanmayacağını ifade eden Sayım, eğer sorun çıkıyorsa bunun nedeninin hatalı tutumlar olduğunu dile getiriyor.

Anne kadar babanın da bu süreçte önemli olduğunu belirten Sayım;

“Olumlu ve gerçekçi düşünerek ‘Önemli olan benim çocuğuma doğru davranmam. İyi bir anne olmam hep çocuğumun yanında olmam değil, ona karşı davranışlarıma bağlı’ düşüncesini benimseyerek, anne bu süreci yönetebilir. Anne bu konuda zorlanıyorsa yardım istemeli ve yardım almalıdır.”

Bu süreçte anne kaygılı mı ya da anne her şeye yetişme çabasının içinde gerçekten çocuğu duygusal olarak ihmal ediyor mu? Bunların araştırıp çözümlenmesi gerektiğini kaydeden Sayım çocuklarla kurulacak en iyi iletişim dilinin ise onlarla geçirilen süre ve bu sürede birlikte yapılan aktiviteler olduğunu hatırlatıyor.

Sayım, çocuk sahibi olmadan önce eşlerin kurdukları aile içindeki rolleri, birbirleriyle olan ilişkilerini gözden geçirmeleri ve şu soruları kendilerine sormaları gerektiğini vurguluyor.

– Aile bireyleri özgüven ve bağımsızlık duygusu olan kişiler mi?

– Kendi aralarında yaşanan problemleri çözme becerisini oluşturabildiler mi?

– Dışarıdan gelen olumsuz etkilerden sıyrılıp aile bütünlüklerini koruyabiliyorlar mı?

– Eşler arasında birbirlerinin gelişmesini destekleyen sevgi dolu bir ilişki var mı?

– Sorumluluk alma duygusuna sahipler mi?

– Doğru iletişim dilini kullanıyorlar mı?

– Birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar mı?

– Aileye yeni katılacak çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşılamaya hazırlar mı?

– Eşler birbirlerine değer veriyorlar mı?

 

Aynur Sayım

– Ebeveynlik becerilerine sahipler mi?

TİTİZ ANNELERİN ÇOCUKLARI DAHA SIK HASTALANIYOR

Sonbahar – kış döneminde çocuklarda en sık görülen hastalıklar arasında soğuk algınlığı (nezle), grip, bademcik, farenjit ve kulak iltihapları, küçük çocuklarda ise larenjit yer alıyor. Acıbadem Ataşehir Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Asuman Akça, özellikle de yuvaya gitmeyen ve evde çok hijyenik koşullarda bakılan titiz annelerin çocuklarının okul veya yuvaya başladıktan hemen sonraki dönemde sık hastalandığına dikkat çekiyor. Bağışıklığı yeterince gelişmediği için yuvadaki diğer arkadaşlarından bulaşan hastalıklar, bu çocuklarda ateş ve öksürük, geçmeyen üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden olabiliyor. Çocuklarda 200’ü aşkın soğuk algınlığı yapan virüs bulunduğunu belirten Dr. Asuman Akça, sağlıklı çocuklarda üst solunum enfeksiyonlarının bir hafta içinde kendiliğinden geçmesi gerektiğini vurguluyor.

Çocuklarda sonbahar-kış döneminde görülen hastalıklar hakkında sık sorulan soruları yanıtlayan Dr. Asuman Akça, bu hastalıkların nedenleri ve tedavileriyle ilgili şu bilgileri veriyor:
Solunum yollarında en çok hangi hastalıklar ortaya çıkıyor? Belirtileri nelerdir, tedavisi nasıl yapılıyor?
Solunum yollarını tutan hastalıkların en sık nedeni enfeksiyonlar, bunların da, en sık etkeni virüs dediğimiz mikroplardır. Nadiren bakteri ve çok daha nadir olarak diğer mikroplar, solunum yollarının herhangi bir bölümünü tutabilir. Özellikle soğuk algınlığı virüsleri sayıca 200’e yakın olup, çok sık hastalık yapmasıyla biliniyor. Hastalık yerleştiği organa özgü bazı belirtiler verebiliyor. Bunları sıralamamız gerekirse şunları söyleyebiliriz:
– Kulağı tutarsa kulak ağrısı
– Gırtlaksa yerleştiyse ses kısıklığı
– Akciğeri etkilediyse bronşite bağlı öksürük, nefes darlığı, hışırtı
– Ortak bulgular ise, ateş, kırgınlık, halsizlik, iştahsızlık, baş ağrısı, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, kas ağrıları, bazen bulantı, kusma, ishal.
Hastalığın tedavisinde muayene sonucuna göre ve sebebe yönelik ilaç seçimi yapılabiliyor. Eğer ateş varsa, ateş düşürücü şuruplar, gerçekten öksürük rahatsız ediyorsa öksürük ilaçları kullanılıyor. Ciddi bir enfeksiyon oluştuysa da doktor kontrolünde antibiyotik tedavisi veriliyor. Ancak, genellikle sağlıklı çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonları bir hafta içinde kendiliğinden geçebildiği için, gereksiz ilaç kullanmamak, bol sıvı desteği yapmak, taze meyve ve meyve suyu vermek, yatak istirahatı, bitki çayları ve bal (alerji yoksa ve doktor öneriyorsa ) çok daha iyi ve yeterli bir çözüm olabiliyor.
3. Çocuklarda sık görülen boğaz ağrılarının nedenleri neler?
Çocuklarda sık görülen boğaz ağrılarında en sık görülen neden, yine enfeksiyonlar ve özellikle tonsillit ve farenjit diye adlandırdığımız, bademcik ve yutak dokularının iltihaplanmasıdır. Boğaz bölgesinde yerleşen bademcikler, yutak duvarında bulunan lenf yapısı ve genizde bulunan geniz eti dokusu nedeniyle çocukluk çağında çok aktiftir. Bu nedenle en hafif üst solunum yolu enfeksiyonlarında mesela nezlede bile bu dokular, kişinin yapısı, mikrobun türü, mikrobun hastalık yapma gücü, yaşam koşulları gibi pek çok etkene bağlı olarak, hafif veya çok şişebiliyor, ağrıya neden olabiliyor.
4. Bu ağrılar nasıl tedavi edilir? Antibiyotik verilmesi doğru mudur?
Boğaz ağrısına neden olan hastalık etkeni virüsler ise kesinlikle antibiyotik kullanılmamalı, hasta sıkı takip edilmeli, 3 gün içinde ateş düşmemişse, tekrar değerlendirilmeli, gerekirse tetkikler ile tanı doğrulanmalıdır. Ancak etken bakteri olduğunda, hastanın durumuna göre uygun antibiyotik tedavisi verilmelidir. Bol sıvı boğazı yumuşatan bitki çayları, pastiller, bal ve yatak istirahati, 5 yaş üstündekilere antigripal ilaçlar önerilebilir.
5. Yetişkinlere boğazı yumuşatıcı birtakım “büyükanne ilaçları” diyebileceğimiz çözümler öneriliyor. Ballı süt, nane-limon çayı, pekmez vs. Çocuklara özel böyle formüller var mı? Bunları öneriyor musunuz? Etkili oluyor mu?
Büyüklere önerilen babanne reçeteleri bir yaş üstündeki çocuklara da önerilebilir. Özellikle ıhlamur, mayıs papatyası, adaçayı, zencefil ve bal, limon karışımı öksürük ve boğazı yumuşatmada etkili olabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, her şeyin herkese uygun olamayacağıdır. Öncelikle çocuğun hastalığı nedir, önemli ve bakteriyel bir hastalık mıdır? Antibiyotik veya diğer ilaçları kullanması gereken bir durum var mıdır? Yoksa hafif bir soğuk algınlığı ile seyreden viral enfeksiyon mudur? Bu ayırımı, doktor yapar ve o çocuk için bitkisel çayları uygun görürse verilebilir, alerjisi olan çocuklarda, önemli bir hastalığı olanlarda bu tür bir tedavi vakit kaybına veya zarara yol açabilir. Unutulmaması gereken çok önemli bir husus da bitkisel destek ürünlerinin de, bazı ilaçların da, bu tür viral hastalıklarda bir mucize yaratamayacağıdır.
6. Boğaz ağrısının niteliği ne olduğunda ve ne kadar sürdüğünde aileler hekime başvurmalıdır?
Boğaz ağrısı, yutma zorluğu yapacak kadar fazla, yüksek ateş ve beraberinde ağız kokusu varsa ayrıca çocuğun ateşi düşse de genel durumu iyi değilse, kusma, karın ağrısı ile belirgin baş ağrısı görülüyorsa doktora başvurulmalıdır.
7. Boğaz ağrısı ve ses kısıklığı da varsa bu neye işarettir?
Boğaz ağrısı, ses kısıklığı ile beraber ise üst solunum yolu enfeksiyonu ile karşı karşıyayız demektir. Bundan sonraki adımda boğuk öksürük, ateş, özellikle nefes almada zorluk ve olağandışı bir ses gelişiyorsa, akut larenjit, krup hatta daha ağır tablolarda akut epiglotit mevcut olabilir.
8. Boğaz ağrısı tedavi edildikten sonra tekrarladığında hangi önlemler alınmalıdır?
Tedavi edildikten sonra tekrarlayan boğaz ağrılarında yaş ve hastalığa eşlik eden diğer durumlara bakılmalıdır. Bir kış mevsiminde 7-8 kere üst solunum yolu enfeksiyonu geçirilmesi özellikle yuva ve okul çağı çocuklarında normaldir. Tekrarlayan boğaz ağrısı, farklı bir soğuk algınlığı virüsü ile oluyorsa ve çocuk sağlıklı ise, zamanla bu durum düzelir. Ancak birtakım rahatsızlıkları olan çocuklarda dikkat edilmesi gerekiyor. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
– Alerjik çocuklar
– Anemik olan ve iyi beslenmeyenler
– Beta enfeksiyonlarının yeterli tedavi edilememesi
– Yetersiz, eksik veya tam tersi gereksiz antibiyotik kullanılan durumlar
– Sinüzit, geniz eti büyüklüğü
– Ağız solunumu yapma, ağız hijyeninin iyi olmaması.
– Reflü, bağışık sistemin yetersiz çalışması gibi pek çok durumda boğaz ağrısı tedavi sonrası tekrarlayacağından bunların doktor tarafından ayırıcı tanısının yapılması ve buna göre önlem alınması gerekir.
Çocukların yatmalarına 1,5 -2 saat kala su hariç herhangi bir gıda almamaları, diş fırçalamaya özen gösterilmesi, sağlık kontrollerinin ve aşılarının yapılması, iyi ve dengeli beslenme ve egzersiz alışkanlığının kazandırılması, uykunun düzenli olması ve çocukların bulunduğu ortamda sigara içilmemesi gibi önlemler de unutulmamalıdır.


Çocukların hastalığı daha kolay atlatılması için öneriler
• Gereksiz ilaç vermeyin.
• Bol bol sıvı desteği yapın.
• Taze meyve ve meyve suyu içirin.
• Yatak istirahatı yapmasını sağlayın.
• Eğer alerjisi yoksa ve doktor da öneriyorsa bitki çayları ve bal içirmeye çalışın.

BOŞANMA KARARINI ÇOCUKLARA NASIL ANLATACAKSINIZ?

Boşanmaya karar veren çiftler, bu kararlarını çocuklarına nasıl açıklamalı? Bu süreçte nasıl hareket etmeli, hangi davranışlarına dikkat etmeliler? İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Özden Sevil, anne ve babalara bu konuda tavsiyelerde bulundu.

Çiftlerin boşanmaya karar verdikten sonra bunu çocuğa birlikte anlatmaları gerektiğini söyleyen İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Özden Sevil; “Eğer ayrı ayrı konuşarak açıklamaları gerekiyorsa da ortak bir dil kullanmalı ve en önemlisi dürüst olmalılar. Dürüst olmak için boşanmanın bütün detaylarını çocuğa anlatmak gerekmez. Özellikle küçük yaşlardaki çocuklara boşanmayı anlatırken, onların anlamlandırabileceğinden daha detaylı bilgiler vermek kafalarının karışmasına sebep olur. Anne ve baba birlikte “Artık eskisi kadar iyi anlaşamıyoruz” şeklinde bir açıklama yapabilir.” dedi.
“Anne ve babalar boşanma kararlarını açıkladıklarında, çocuk bu durumun onun hayatında nasıl bir değişikliğe yol açacağını bilmek ister.” diyen Sevil; “Belirsizlik, çocuklarda kaygı, korku ve endişe uyandırır. Anne babalar, onun hayatında nelerin aynı kalacağını, nelerde nasıl bir değişiklik olacağını somut örneklerle çocuğa açıklamalıdır.” diye konuştu.

“Çocuk aracılığıyla diğer ebeveyne mesaj iletilmemeli”

Özden Sevil, anne ve babaların çocuklarına yapacakları açıklamayla ilgili olarak şu önerileri ekledi: “Birbirlerini suçlamadan açıklama yapmalı ve çocuğu taraf tutmak durumunda bırakmamalıdırlar. Anne ya da baba karşı tarafı suçladığında ya da “annen/baban beni artık sevmiyor”, “annen/baban ayrılmak istedi” gibi açıklamalar yaptıklarında çocuklar ister istemez bir tarafı tutmak zorunda kalırlar ve her çocuk için bu ağır bir yüktür. Ayrılık sonrası görüşmelerde anne ve baba çocuğu arada laf taşıyan bir konuma düşürmemeli, çocuk aracılığı ile diğer ebeveyne mesaj iletmemelidirler.”

“Velayetle ilgili kararlara çocuklar dahil edilmemeli”

Boşanmanın çocuk açısından en önemli sonuçlarından biri de kuşkusuz velayet konusu. Velayetle ilgili karar sürecinde çocuğa, kimde kalmak istediği gibi bir soru sorulmaması gerektiğini söyleyen İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Özden Sevil; “Bu kararın sorumluluğu anne ve baba olarak yetişkinlere aittir. Hiçbir çocuk anne ya da babası arasında bir tercih yapmaya zorlanmamalıdır. Okul öncesi ya da ilkokul dönemindeki çocuklara onların anlamlandırabileceği şekilde açıklama yapılmalıdır. Örneğin; “Okula gittiğin günlerde annenin/babanın yanında kalacaksın. Okulun tatil olduğu günlerde benim yanımda kalacaksın” gibi. Ergenlik dönemindeki çocuklar, velayetin ne demek olduğunu merak edebilir ve sorular sorabilirler. Anne-babalar bunun yasal öncelikle ilgili olduğunu, anne ve babalık olarak bir değişiklik anlamına gelmediğini ve yetişkin olarak, bu konuyla ilgilendiklerini söyleyebilirler.” dedi.

Özden Sevil velayet konusu ile ilgili olarak şu bilgileri verdi: “Velayetin anne ya da babada olması halinde, diğer ebeveynle çocuğun görüşmesi düzenli aralıklarla ilerlemelidir. Eğer belirlenen günde çocuğu görmeye gelemeyecekse anne/baba bunu önceden haber vermelidir. Anne ya da baba şehir dışındaysa ya da uzakta yaşıyorsa internetten görüntülü konuşma, telefon gibi araçlarla iletişim devam ettirilmelidir. Eğer anne ya da babanın yeni bir ilişkisi söz konusuysa, çocuğa anne/babanın birlikte olduğu partneri ile ilgili sorular sorulmamalı, çocuk arada bırakılmamalıdır.”

“Çocuğun her iki evde de rutin bir düzeni olmalı”

Çocuğun sağlıklı gelişimi için hem annesi hem de babası ile olan ilişkisini sürdürmesinin önemli olduğunu söyleyen Sevil; “Çocuğun, ebeveynlerden biri tarafından ihmali, istismarı gibi bir durum yoksa, ikisi ile düzenli görüşmeye devam etmelidir. Çocuğun her iki evde de rutin bir düzeni olmalıdır. Eğer çocuk babası ile sadece hafta sonları görüşüyorsa, iki gün sadece eğlenceli aktivitelere ayrılmamalı, hafta içi uygulanan düzenin devamı şeklinde olmalıdır. Aksi durumlarda, anne çocuğun ödevlerine yardımcı olmak, okulla işbirliği kurmak, fiziksel bakımını sağlamak gibi sorumlulukları üstlenirken, baba sadece hafta sonu eğlencelerini, tatilleri üstlenmiş olabiliyor. Anne-babalar, çocukla ilgili konularda bir araya gelip ortak kararlar alabildiklerinde, çocuk boşanma sonrası sürece daha kolay uyum sağlayabilir.” dedi.

“Çiftler diğer aile üyelerinin çocukla iletişimini yakından gözlemlemeli”

“Çiftler ayrılmaya karar verdikten sonraki süreç anne, baba ve çocuklardan daha fazlasını kapsayabiliyor. Özellikle bizim kültürümüzde çiftlerin kendi aileleri de sürece dahil olabiliyorlar. Çocuklar anne babalarından olmasa da diğer akrabalardan anne ya da babayı suçlayıcı açıklamalar duyabiliyorlar.” diyen Özden Sevil; bu nedenle çiftlerin diğer aile üyelerinin çocukla iletişimini yakından gözlemlemesi ve gerektiğinde müdahale etmesi gerektiğini söyledi. Ya da süreci yönetebilecek, “onlar senin annen ve baban ve hep öyle olacaklar ve seni hep çok sevecekler” dilini koruyabilecek akrabalardan da destek isteyebileceklerini belirtti.

“Çiftler kendileri ve çocukları için destek mekanizmalarını devreye sokabilirler”

 

Boşanma sürecinin çiftler için de zorlayıcı bir süreç olduğunu ve anne ve/veya baba için bu süreci yönetmenin kolay olmayabileceğini söyleyen İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Özden Sevil; “Bu durumda kendileri bir uzmandan destek alabilirler. Okulla işbirliği yapmak, çocuğun arkadaşlarıyla vakit geçirmesini sağlamak, çocukla olumlu iletişimi olan aile üyelerini devreye sokmak da önemli koruyucu faktörlerdir.” dedi.

 

HER HAMİLELİKTE ÇATLAK OLUŞUR MU?

Bebek yoldaysa heyecanlı bir dönem başlar. Sadece bedeniniz değil aynı zamanda günlük hayattaki olaylara bakış açınız da değişir. Bununla birlikte hamilelik ve doğum ile ilgili olarak kafanızda birçok soru oluşur. ART Tıp Merkezi ve VKV Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Senai Aksoy çatlak oluşumu hakkında şunları söylüyor.
Bu tamamıyla cildinizin yapısına bağlı. Ama kadınların yüzde 70’inden fazlası gebelikte çatlaklarla karşılaşıyor. Buna şaşmamak gerekiyor çünkü karnın çapı 50 – 60 cm kadar büyüyor ve bu durum cildiniz için ağır bir yük. Liflerin maksimum esnemesi gerekiyor ve cildiniz zayıfsa yırtılabilirler. Her ne kadar çatlakların rengi hamileliğin ardından soluklaşsa da izleri hep kalır. Gebeliğin 18. haftasından itibaren karnınıza buğday özlü yağlarla masaj yapmak size yardımcı olabilir.