5053873217 [email protected]

Hande Ataizi, Trendsetter İstanbul dergisinin ocak sayısı için en maskülen haliyle objektif karşısına geçti. Başarılı oyuncu, çekim sonrası verdiği röportajda, “Altı aylığına erkek olup onların dünyasını yaşamak, kafa yapılarını anlamak hoş olurdu. Erkek olsam, tutkulu ve romantik bir erkek olurdum” dedi.

* Erkek olarak doğmayı ister miydin? Erkek olsan, nasıl bir erkek olurdun?

hande ataizi erkek

– Kadın, tutkulu ve komplike bir varlık. Genel anlamda da daha kırılgan ve duygusal erkeklere göre. Erkek olarak doğmak istemezdim ama bir altı aylığına erkek olup onların dünyasını yaşamak, kafa yapılarını anlamak hoş olurdu. Erkek olsam, (karakterim değişmeyecekse) tutkulu ve romantik bir erkek olurdum.

* Yeni dünyada cinsiyetler birbirine girdi. Kadınlar erkek, erkekler kadın davranışları sergiliyor. Neye bağlıyorsun bu durumu?

– Kadınlar eski dönemlerden itibaren pasifize edildi. Hiçbir zaman potansiyellerini ve yaratıcılıklarını kullanma fırsatı bulamadılar. Artık bu durum değişti. Biz kadınlar, birey olarak kendi kimliğimiz ve mesleğimizle kendi hayatımızın sorumluluğunu tek başına alabildiğimizi kanıtladık. İtaatkar genler yavaş yavaş değişime uğradı. Ama bu çok ince bir çizgi. Kadın, kadınsı özelliklerini kaybetmemeli. Bazen tek başına verilen mücadelede yoruluyorsun. Armut piş ağzıma düş rolünü üstlenmediysen, gelecek kaygısı ve endişeler seni ister istemez hayata karşı sertleştiriyor.

* Peki, bu durumda kadın-erkek eşitliğinin son dönemdeki durumu nasıl sence?

– Artık kadınlarda Meclis’te, büyük şirketlerin başında önemli roller oynuyor. Haklarını bilen ve savunan bir yeni nesil var. Eşit veya üstün olması artık çok önemli değil. Bunlarla kafayı yormayıp yola devam etmek lazım.

ŞİDDET GÖRMEDİM AMA ŞAHİT OLDUM

* Kadına şiddet konusunda görüşlerini alabilir miyiz? Hiç şiddetle karşılaştın mı?

– Bu zamana kadar hiçbir şiddetle karşılaşmadım. Fakat gerek yaptığım programlarda gerekse etrafımda birçok kez şahit oldum bu duruma. Ülkemizde birçok kadın maalesef şiddete maruz kalıyor. Bunlar ekonomik sebepler ve toplum baskısıyla örtbas ediliyor. Çaresizlik çok kötü bir şey. Devletimiz bu konuda sığınma evleri açarak destek olsa da ben her zaman kadınların bir mesleği, ufak da olsa geliri olması gerektiğine inanıyorum.
Şehir karmaşası beni besliyor
* Şehir hayatının merkezinde yaşayanlar kendi aralarında hep güneye yerleşip, bir pansiyon açıp sakin sakin oturma geyiği yapar. Sen de bu tip hayaller kurar mısın?

– Ben şehrin karmaşasından besleniyorum. Canım istediği zaman sinemaya gitmek, giderken DNR’a uğrayıp kitaplarımı, dergilerimi almak, sonra yolda bir arkadaşıma rastlayıp bir yere oturup kahve içmek mutlu ediyor beni. Güneye yerleşme fikri bana bu yüzden biraz uzak. Hareketli bir günün sonunda evime geldiğimde o sakinliği ve huzuru yaşıyorum zaten.

* Neden hayatını İstanbul’da yaşamayı tercih ediyorsun? İmkânlar mı böyle gerektiriyor yoksa bu senin özel tercihin mi? Dünyanın neresinde yaşamak isterdin?

– İstanbul’u çok seviyorum. İşte o bahsettiğim kozmopolit durum, bu şehirde fazlasıyla mevcut. Sanatın merkezi olarak görüyorum İstanbul’u. Bu durum son yıllarda yurt dışından da görülmeye başlandı. Bienaller, sergiler, galeriler, sanat adına yapılan etkinlikler son yıllarda artmaya başladı. Bu da Türkiye adına bir artıdır. Dönem dönem farklı ülkelerde kısa süreli de olsa yaşamak istedim. 10 sene önce bunu Kopenhag’ta kalarak gerçekleştirdim, altı ay kaldım orada. Dört sene önce New York’a gittim. Ev kiraladım, bir sene orada yaşadım. Arada mekân değiştirmek, farklı insanlarla tanışmak ve başka bir şehrin enerjisini almak güzel oluyor. Yeni oyunları izlemek, yeni sanatçıların işlerini görmek beni cezbediyor.

STADYUMDA KONSER İZLEMEYİ SEVMİYORUM

* Evlenen veya uzun ilişki yaşayanlar genelde sosyal hayattan kopma eğilimi gösterir. Senin hayatında böyle bir dönem hiç olmadı sanki. Sırrın nedir?

– Hem dışa hem de içe dönük bir yapım olduğu için sosyal hayatın içinde kaybolmuyorum. Kendime göre bir ritmim ve düzenim var. Bu evli olmadan önce de böyleydi. Eğlenmek ve sohbet etmek istediğim zaman dışarı çıkıyorum.

* İstanbul’un tarihi dokusu mu modern görünüşü mü seni cezbeder?

– Hepsi bir bütün… Hatta tarihi dokusunun içinde modern bir yüzünün olması beni daha fazla cezbediyor.

* Hiç İstanbul’a gelmemiş biri sana “İstanbul’u bana anlat” dese, nasıl anlatırsın?

– 24 saat yaşayan, enerjisi yüksek bir şehir olduğunu söylerim. “Gelince şaşıracaksın” derim.

* Konserleri takip eder misin? Hayranı olduğun şarkıcı var mı?

– Evet ederim. Yaz aylarında açık hava konserlerine çok gidiyoruz. Klasik müzik konserlerine gitmeyi çok seviyorum. İyi bir senfoni geldiği zaman kaçırmam. Stadyumda kalabalık arasında sıkışmayı pek sevmiyorum.

* Morhipo’da kendi adına bir marka çıkardın; ayakkabı, çanta, aksesuvar derken bir sürü şeye imza attın. Şimdi sadece siyah elbiselerden oluşan bir koleksiyon çıkarıyorsun. Bize biraz bu koleksiyondan bahsedebilir misin?

– Evet, ayakkabı için şimdiden yaz koleksiyonunu bitirdim, bir-iki detay kaldı sadece. Elbise fikri de bir anda oluştu. Sevdiğim klasik modellerden bir derleme yaptım, sonra devamı geldi. Güzel, düz kesim, kendi içinde hareketli, uygun rakamlara elbiseler tasarladım. Kendi gardırobumdan, sevdiğim tarzlardan etkilendim. Siyah elbise bence her kadının klasiği…

* Sana bir stil ikonu/trendsetter olarak Türkiye’nin Kate Moss’u diyebilir miyiz?

– Siz nasıl uygun görüyorsanız…

* Kendi stilini nasıl yorumluyorsun? Rock mı, pop mu, punk mı yoksa eklektik mi?

– Eklektik’e daha yakın olduğunu söyleyebilirim.
Babet ayakkabı annemden
* İyi ve kullanışlı bir gardıroba sahip olmak için ipuçları verir misin?

– Bir kere gardırobunuzda sakin ve düz kesimli birkaç parça mutlaka olmalı. Modası geçmeyecek parçalardan oluşsun. Ben o yüzden 15 sene önceki kıyafetlerimi hâlâ giyebiliyorum. Ondan sonra onları güzel aksesuvarlar ve ayakkabılarla her gün farklı bir şey giyiyormuş gibi kombinleyebilirsiniz.

* Moda ne olursa olsun vazgeçmediğin parçalar var mı?

– Annemden gelen bir babet alışkanlığım var. Klasik trençkot giymeyi de çok seviyorum.