5053873217 [email protected]

Evinde yaşamını yitiren dev sanatçı Tuncel Kurtiz bir dergiye verdiği röpartajla çok çarpıcı yaşam öyküsünü anlatmıştı. Kurtiz, anne özlemini çok çarpıcı sözlerle dile getirmişti…

Ani ölümüyle sinema ve sanat dünyasını adeta yasa boğan Tuncel Kurtiz yaşam öyküsünü Esquire Dergisi’ne verdiği bir röportajla anlattı. İşte kendi cümleleri ve ifadeleriyle Kurtiz’in çarpıcı yaşam öyküsü

“Kitaplara ve sanata merakım, çok erken yaşlarda başladı. Çünkü kitaplarla dolu bir evde büyüdum elimden Tevfik Fikret, Fuzuli, Eşref kitapları düşürmeyen bir babaya sahiptim. 14 yaşında Dostoyevski, Emile Zola okuyan bir çocuktum.

KENDİNİ SAİT FAİK SANAN BİR ÇOCUKTUM

Lise çağında İstanbul’a geldiğimde, bu kez tiyatroyla, operayla, konserlerle tanıştım. Kendini Sait Faik zanneden bir çocuktum; çok okuyan, yazmaya çalışan biriydim. Lise 1’deyken, tiyatrolara, operalara giderdim. Saray Sineması’nda konserler verilirdi. Arkadaşım Ünal Arpacı’yı zorla götürürdüm, ‘Hadi gidelim; bak ne güzel kızlar vardır orada!’ diye kandırırdım onu hep. Ünal gülerdi, kantonar söylenirken. şan Sineması’nda yapılan alaturka ve alafranga konserlere giderdik bir de.”

EZEL’DEKİ BU ŞİİRLER, SÖZLER UNUTULMADI

SONRA TİYATRO BAŞLADI

Sonra tiyatro başladı. Haldun Taner’le tanışıklık, Özdemir Asaf’la yakınlık . O dönem, Mollafenari’de küçük bir matbaası var Özdemir Asaf’ın. Ben ilk edebiyat matinesini yaparken ve ilk oyunumu sahneye koyarken, program dergisini Özdemir Abi’ye bastırmıştım. Onu da davet ettik matineye. ‘R’leri söyleyemiyor ya, ‘Ben şiir okumam, hikâye okuyayım’ dedi. ‘Projektörcü’yü okudu. O ‘Phojektöycü, Phojektöycü’ dedikçe, salondakilerin kahkahadan nasıl kırıldığını hiç unutmam.”

DAHA İLK OYUNDA İFLAS ETTİLER

İşsiz kaldıkları bir dönem, altı arkadaş, kendi tiyatrolarını kurup Anadolu turnesine çıkmaya kalkar. ılk oyun, ızmit’dedir; dayısı Nazmi Oğuz’un sinemasında “Yağmurcu”yu oynarlar. 1.000 kişilik sinemaya 12 kişi gelince iflas ederler; ama pes etmezler. Nurettin Sezer, şanslarını bir de memleketi Kandıra’da denemeyi teklif eder. Kandıra’da evlerde misafir kalarak, sigara içilen salonlarda sergilerler sanatlarını. Gençtirler, idealisttirler, mutludurlar. Kandıra’dan kiraladıkları cipe doluşup, beş-altı ay daha sürdürürler turneyi.

YILMAZ GÜNEY ETKİSİ

?1964 yılında, “şeytanın Uşakları” ile sinema ilk kez hayatına girer Tuncel Kurtiz’in. 1965, 1966 ve 1967 yıllarında, 30 kadar filmde oynar. Bu kadar çok film çevirmesinin nedenlerinden biri, üniversite yıllarında tanıştığı Yılmaz Güney’dir; filmlerde oynaması için ısrar eder ona hep:

“Bebek’te, bir apartmanın bodrum katında otururdu. Bir yatak, bir masa, bir de daktilo. ınatçıydı. ıkimiz de komünisttik. Hikâyeler yazardık. Bana hep ‘Sinema’ derdi, ‘Her evde bir fotoğrafımız olacak, bizi sevecekler.’ Çok iyi bir hikâyeciydi. Bazı hikâyeleri kayıp şu anda. Pazar Postası’nda yayımlanan ‘Neron’ adlı bir hikâyesi vardı mesela; kayıp. Kimse bulamadı. Deha çizgisinde bir adamdı. Onun yanında ikinci adam olmaktan hiç rahatsızlık duymadım. Sidik yarıştırmaya da kalkmadım onunla. O da, yanında hep beni bulundurmayı tercih etti.”

ALKOL YÜZÜNDEN BAKIRKÖY’E DÜŞTÜM

Yılmaz Güney’den söz edince, dayanamayıp, eski bir olayı hatırlatıyorum ona; Yılmaz Güney’in üç kişiyi bıçakla yaraladığı o olay. O sırada, “Çirkin Kral”ın yanında Tuncel Kurtiz var. Açık açık anlatıyor olayı usta oyuncu:

“Kulüp 12’ye gittik Yılmaz’la. Yanımızda, o gün bir çekimde kullandığımız sustalı var. Bizim tiyatrodan Gülsüm Kamu şarkı söylüyor. O şarkı söylerken; birileri bağıra bağıra alay ederek konuşuyor. ‘Susun’ dedim, ‘Burada bir sanatçı şarkı söylüyor.’ Ve kavga başladı. Benim üzerime üç-dört kişi birden saldırdı. Yılmaz da beni kurtarmak adına girdi araya. Elindeki bıçağı işaretleyerek (Ölüme sebebiyet verecek derin bir yara açmamak için, bıçağı ucundan tutarak), sadece yaralamak amacıyla salladı ve üç kişi yaralandı. Yılmaz’ı gönderdik, ben kaldım. Karakola gittik. Benim için yaptı onu. Üzücü bir şey ama o günün delikanlılık havasında bu tür şeyler oluyordu. Hepimizde maço bir tavır vardı. Ben de çok kavgacıydım. Halit Çapın, ‘Seni bir gün götürecekler buralarda!’ derdi. Çabuk sinirleniyordum, çabuk vuruyordum. ıçki içiyordum, şımarma olmuştu. Alkolün dozunu kaçırıyordum. En korktuğum şeydir, mesela. Yıllardır sarhoş olamıyorum. O yüzden, Bakırköy’e de düştüm. Atatürk Kültür Merkezi’nin duvarına çişimi yaparken, bir bekçi geldi ve çekti beni. Ben de vurdum ona. O sırada oradan geçen altı polis, otomobile bindirdi ve vura vura, ağzımı burnumu kırarak karakola götürdü beni. Oradan ilkyardıma, oradan da Bakırköy’e. Yani bunları yaşadım; yalan mı söyleyeceğim. Allahtan başhekim tanıdık; çıkardılar beni. Ama canıma okumuşlar, parça parça etmişler beni. O gün de çekimim var. Bir aktörün yapmaması gereken her şeyi de yaptım zamanında yani. Bütün gazeteler, o sıra ‘Bir Aktör Çıldırdı’ diye manşet atmıştı.”

ANAMIN CENAZESİNE BİLE GELEMEDİM

“En çok annemi özlüyorum .Anam da beni çok özledi. Sürgündeydim. Kız kardeşim aradı, ‘Annemiz ölüyor’ dedi. Gelemedim. Cenazesine bile gelemedim anamın. Uçakla üstünden geçiyordum İstanbul’un, inemiyordum.Babam, ‘Ben bu evde bütün aileyi her akşam bu yemek masasında görmek istiyorum’ dedi diye evi terk etmiştim. Kamyonetin arkasındaki bir somya, bir bavul evden uzaklaşırken, yaşlı gözlerle camdan bakan anam hâlâ gözlerimin önünde.”

ARKADAŞLARIMA GÜVENDİM, ALDATILDIM!

“İki film vardır hayatımda. Bir tanesi ‘Otobüs’. Bu filmde, sadece emeğim çalındı. Zamanında bütün paramı yatırdığım, şimdi elimde bile olmayan ‘Bereketli Topraklar Üzerine’de ise, hem emeğim hem param çalındı. Ne yapalım, arkadaşlarımıza güvendik. Mukavele bile yapmadan harcadık paralarımızı. Canları sağ olsun!”